30 Nisan 2017 Pazar
31.Haftalık yazımın konusu İLKBAHAR olsun dostlarım...
İLKBAHAR hep umut olmuştur insanlar için, bir başlangıç, bir uyanış olmuştur...Turgut UYAR ''Bana bir şey söyle, İLKBAHAR gibi, çiçek aç mesela veya yağ rahmet olarak içime veya gökkuşağı ol sar ruhumu, bir şey söyle, sözü aşsın, öze değsin, bir şey söyle, yanındayım mesela'' der...Bitmesini istemediğimiz güzelliklerin yardımcısıdır İLKBAHAR...Her bölgede muhakkak bir başka güzeldir İLKBAHAR ama yaşadığımız şehir İstanbul'da ise neredeyse yıllardır yaşanmıyor diyebilirim...Güzelim İstanbul, beton şehir İstanbul olduğundan beri küstü doğa ana, göstermiyor güzelim o İLKBAHAR halini...Çocukluğumda ise sırılsıklam aşıktı İstanbul'a İLKBAHAR...Yeni yüzyıla, yeni binyıla yani 2000 yılına kadar bu aşk devam etmişti...Papatyaların, gelinciklerin, farklı renkte çiçeklerin birbirini tamamladığı renk cümbüşünün içinde, kelebeklerin, kuş seslerinin bir şarkı gibi şakırdadığı güzel mevsimdi İstanbul'da İLKBAHAR...Bu güzel aşka yetiştiğim için, görebildiğim için kendimi ve akranlarımı şanslı görebiliyorum...İLKBAHAR çok güzel şarkılarda da dile gelmiştir, sözlerini Bekir MUTLU'nun yazdığı, Erdoğan BERKER'in bestelediği o güzelim Nihavent şarkı ''Bir İLKBAHAR sabahı güneşle uyandın mı hiç'' çok sevdiğim şarkılardan biridir, ruhu okşayan, yıllar geçse bile halen aynı ruhla dinleyebileceğim bir şarkı benim için...Şair Cemil GÖKDEMİR ise ''Karlar eridi, dereler coştu, tabiat uyandı, çiçekler açtı, arı vızıldadı, kelebek uçtu, müjdeler olsun İLKBAHAR geldi'' der...Benimde tüm insanlık için isteğim, eriyen karlar gibi içimizdeki olumsuzlukların erimesi, egoların yok olması, coşan dereler gibi yüreğimizin kıpır kıpır olması aşk ile coşması, tabiatın uyanması gibi ruhumuzun uyanması, çiçeklerin açması gibi gönül kapılarımızın açılması, vızıldayan arılar, uçan kelebekler gibi şarkılar söyleyip dans etmesidir...Bu çok zor değil dostlar, farklı renkte insanlar topluluğu olarak bunu birlikte başarabiliriz...Hadi öyleyse yazıyı uzun tutmayayım da hareket edelim...Hareket zamanı...TANRI SEVGİDİR...SEVELİM...Barış AKENGİN
23 Nisan 2017 Pazar
30.Haftalık yazımın yolculuğumda bugün 23 Nisan diyelim sevgili dostlar...
23 Nisan 1920 Büyük Millet Meclisi'nin açılış günüdür, her yıl Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını birlikte kutlarız...Sevgili dostlar egemenlik yönetme yetkisidir, ulusal egemenlik ise yönetme yetkisinin ulusta olmasıdır...Osmanlı döneminde egemenlik padişahta idi, padişah efendi ülkeyi dilediği gibi yönetirdi, bunu padişah ve yandaşlarının ülkenin paylaştırılmasına ses çıkarmamaları ile görebiliyoruz...Mustafa Kemal ise tek bir egemenliğin ulus ile olabileceğini düşünüyordu...23 Nisan 1920 de ilk defa Büyük Millet Meclisi toplanır ve ulusun yönetme yetkisini kullanmaya başladığı gün olur...23 Nisan dünyada ise kutlanan ilk çocuk bayramıdır, Mustafa Kemal'in çocuklara armağan ettiği bu bayram, farklı ulusların çocuklarının katılımıyla, şenlikler daha bir heyecan içinde ve renkli geçmektedir...Bugünün küçükleri yarının büyükleri diyen Mustafa Kemal, yönetimin bayram süresince öğrencilere bırakılması geleneğini başlatmıştır...Bu çok güzel bir davranıştır sevgili dostlarım, çünkü savaşlarda en büyük tahribatı çocuklar görür, ne olup bittiğini anlamadan yaralanır, sakat kalır yada yetim kalırlar...Bu değerli varlıklarımıza en büyük armağan olan Barışı, Sevgiyi vermeliyiz, savaşı değil!!! peki bu Barışı, Sevgiyi nasıl verebiliriz sevgili dostlar...Ülkemizdeki bütün çocukları bir görerek verebiliriz, ötekileştirmeden verebiliriz, farklı renkleri, farklı inanç ve yaşayışları çocuklarımıza hoşgörü eşliğinde göstererek ve öğreterek verebiliriz...Bu çok mu zor dostlar? hiçte değil, inanın değil, bir çocuk sevinirken diğer yörelerdeki çocukları ağlatmayalım, güldürelim, onları sosyal yaşamın içine alalım, sanat ve spor ile bütünleştirelim, çocuklara hiçbir siyasi eğilimi vermeden bu ülkenin gelecekteki yönetimini şimdiki çocuklara bırakalım, bakın görün hoşgörü ile bir arada yaşamı, işte o zaman 23 Nisan gerçek bir çocuk bayramı olacaktır, o zaman farklı milletlerden bir ulus olmak nedir görülecektir, çocuklarımız geleceğimizdir onlara Barışı, Sevgiyi ve güzellikleri aşılayalım...TANRI SEVGİDİR...SEVELİM...Barış AKENGİN
16 Nisan 2017 Pazar
29.Haftalık yazı yolculuğumun bu haftaki konusu PASKALYA BAYRAMI...
İsa Peygamberin dirilişi nedeniyle Hristiyan dünyasında her sene ilkbahar ayında kutlanan PASKALYA BAYRAMI tüm Hristiyan halkının en büyük bayramı olarak kabul edilir...PASKALYA BAYRAMI İsa Peygamberin çarmıha gerildikten sonra 3.günde dirilişi olarak kutlanır...325 yılındaki İznik Konsili'nde, PASKALYA'nın bahar ekinoksundan (21 Mart) sonraki ilk dolunayın ardından gelen pazar günü kutlanması kararı alındı...PASKALYA BAYRAMI tüm Hristiyanlar tarafından yaygın olarak Kiliselerde düzenlenen ayinlerin dışında, kutlandığı ülkeye göre değişik geleneklerde gösterir...Bunların arasında en yaygın olanı insanların birbirine genellikle çikolatadan yapılan PASKALYA tavşanı ve PASKALYA yumurtası hediye etmesidir...PASKALYA BAYRAMI için evlerde özel çörekler (PASKALYA çöreği) yapılır, haşlanmış yumurtalar boyanır, mumlar yakılır ve dualar okunur...Katolik Kiliseleri'nde, PASKALYA gecesi ayininde yeni ateş kutsanır, PASKALYA mumu yakılır, İncil'den bölümler okunarak Vaftiz törenleri yapılır...Ortodoks Kiliseleri'nde ise gece ayinlerinden önce Kilise dışında bir ayin alayı düzenlenir, alay Kiliseden çıkarken hiç ışık yakılmaz, dönüşte ise, İsa Peygamberin dirilişini simgelemek için yüzlerce mum yakılır...PASKALYA BAYRAMI güzelim Anadolu'da da iki bin yıldır yaşamaktadır...Çünkü Anadolu, Hristiyan tarihi için önemli bir yerdir...İlk Kilise, İncil'de geçen yedi Kilise, Hristiyanlığın ilk yayılmaya başladığı yer olan Tarsus, Meryem Ana evi, Hristiyanlığı ilk kabul eden devlet olan Ermenilerin kabul ettiği yer, benimde ilçem olan Kemah, hepsi Anadolu'dadır...Ayrıca Hristiyan tarihini belirleyen İznik ve Kadıköy Konsilleride Anadolu'da gerçekleşmiştir...Anadolu bir kültür mozaiğidir sevgili dostlar, bu mozaik içinde Hristiyanlık diğer kültürler, inançlar gibi çok önemli bir yer tutmaktadır, bütün kültürleri, inançları bir arada tutmak bahçemizi rengarenk çiçeklerle doldurmaktır, gönül kapımızı her farklı yaşama muhabbetle açmaktır, bunları hoşgörü ile yaşatabiliriz, can katabiliriz sevgili dostlar...Benimde yaşlılarımızdan aldığım ses kayıtlarında, 1940 lı yıllarda memleketim olan Erzincan Kemah'taki köyümüzde, her Nisan ayında, büyük ninelerimiz PASKALYA BAYRAMI günü sabah erkenden kalkıp, yumurtaları haşlayıp, rengarenk boyayarak, en güzel üç etek elbiselerini giyip, PASKALYA BAYRAMI kutlayan diğer köylüleriyle birlikte, bahçelerde ve Çermik denilen su kaynağında toplanarak coşku içinde kutladıklarını özellikle anlattılar...Haftalık yazımın yolculuğunu bende atalarımızın yaptığı gibi ailecek rengarenk boyadığımız yumurtalarımızın fotoğrafları ile bitirmek istiyorum sevgili dostlar...TANRI SEVGİDİR...SEVELİM...Barış AKENGİN
8 Nisan 2017 Cumartesi
Merhaba dostlar 28.Haftalık yolculuğum KUL NESİMİ ile devam ediyor...
Ne zamandır yazmak istediğim Vahdet-i Vücut yolcusu KUL NESİMİ 17.yüzyılda yaşamış olup NESİMİ mahlasını ise 14.yüzyılda yaşamış olan Hurufi şair Seyit NESİMİ ye olan sevgisinden almıştır...Elde saz, başta külah köy köy gezip dolaşan bir Bektaşi Dervişidir KUL NESİMİ...Kendisinin soyunun Yunus Emre'nin gönül yoldaşlarından Hacım Sultan'a bağlı Sait Emre'den geldiğini şu dörtlükle dile getirmiştir:
Şükür Hakk'a iyd oldu
Katarımız mezit oldu
Ceddim Sait Emre'dir
Nesli de Sait oldu
Enel Hak, Vahdet-i Vücut diyen KUL NESİMİ, Osmanlı-Safevi çekişmesinde tabiki Safevi yanlısı bir duruş sergilemiş ve bunu şiirlerinde de dile getirmiştir...KUL NESİMİ çoğu zaman 1404 yılında Halep çarşısında Enel Hak (Tanrı benim) dediği için derisi yüzülen Seyit NESİMİ ile karıştırılmıştır fakat farklı dönemlerde yaşamış iki şairlerdir...Seyit NESİMİ'ye olan sevgisini ve gönül bağını, Hallac-ı Mansur'dan sonra Vahdet-i Vücut anlayışından dolayı derisinin yüzülmesi, farklı dönemde yaşamış olmasına rağmen kendisini etkilemiş ve kendi derisininde yüzülmesini istemesiyle göstermiştir...KUL NESİMİ'nin özgün ve yalın bir dille yazdığı çok şiiri de günümüzde bestelenmiş ve Alevi-Bektaş-i nefeslerinde söylenmiştir...Bunlardan birinde şöyle der KUL NESİMİ:
Sorma be birader mezhebimizi
Biz mezhep bilmeyiz, yolumuz vardır
Çağırma meclis-i riyâya bizi
Biz şerbet içmeyiz, dolumuz vardır
Zordur dostlar Vahdet-i Vücut ve Enel Hak anlayışını topluma anlatmak 13.yüzyıldan günümüze kadar her yüzyılda bedeller ödenmiştir bu inanış yayılırken, ve bu canların katledilmeleri ise sözde din uğruna yapıldığı hep söylenmiştir...Hallac-ı Mansur, Seyit NESİMİ, Şems Tebrizi, Pir Sultan Abdal hep din uğruna katledilip Hakk'a yürümüşlerdir ama Aşktır Enel Hak, TANRI ile bir olmaktır bütün olmaktır, kendinde aramaktır TANRI'yı...Dostlar KUL NESİMİ deyince Ben Melâmet Hırkasını şiirini hatırlatmadan olmaz öyle değilmi ? yolculuğumuzu bu güzel şiiri ile tamamlayalım derim...
Ben melâmet hırkasını kendim geydim eğnime
Âr-ü nâmus şişesini taşa çaldım kime ne
Gâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi
Gâh inerim yeryüzüne seyreder âlem beni
Gâh giderim medreseye ders okurum Hak için
Gâh giderim meyhaneye dem çekerim ışk için
Sofular haram demişler ışkımın şarabına
Ben doldurur ben içerim günah benim kime ne
Sofular secde ederler mescidin mihrabına
Benim ol dost eşiğidir secdegâhım kime ne
Nesîmî'ye sordular kim yârin ile hoş musun?
Hoş olam yâ olmayayım ol yâr benim kime ne
TANRI SEVGİDİR...SEVELİM...Barış AKENGİN
1 Nisan 2017 Cumartesi
Haftalık yolculuğumun 27.si TİYATRO ile devam ediyor...Namık KEMAL derki: TİYATRO Aşka benzer, insanı hazin hazin ağlatır ama verdiği acının gücünde bir başka tat bulunur, TİYATRO evrene benzer, insanı doya doya güldürür ama yansıttığı tuhaflıklar, gülerken ağlamak için istekler doğurur...Yaşamda öyle değil mi dostlar, hazin hazin ağlatırken acısı ile başka bir tat verir, doya doya güldürürken ağlatabiliyor...TİYATRO insanı sahnede anlatma sanatıdır, evrenin en yüce varlığı olan insanı en güzel anlayabileceğimiz yerdir...TİYATRO toplumların kültür aynasıdır, gönülden gönüle bağ kurar, kalplerin perdesini açar...Farklı gönülleri, farklı yürekli dostları TİYATRO sayesinde tanımama aracı olan Kaan ERKAM hocama da teşekkür ediyorum...TİYATRO eski Yunanistan' da doğmuştur, adını ''Dionyos'' verdikleri Tanrı kahraman adına yılda bir defa tertiplenen ''Dionyos Şenlikleri'' nde insanlar içip eğlenerek keyiflenir, bazı kimseler ise ortaya çıkarak taklitler yapar, güldürmeye başlarlar...Coğrafyamızda ise ilk TİYATRO 19.yüzyılın başlarında yabancı kumpanyaların İstanbul' a gelmesiyle başlar...Naum efendi ilk TİYATRO binasını kurduğu zaman ilk yerli kumpanyayı da yapar ve Ermenice oynamaya başlanır birkaç yıl sonra da Türkçe oynanmaya başlanmıştır...Gedikpaşa' da kurulan Güllü Agop Tiyatrosu da Ermenice ve Türkçe oyunlar oynamıştır...Türklerde ata kültürlerinde ve inançlarında da TİYATRO vardır...Şaman törenlerinde maske kullanma, hayvan taklitleri yapma ve dans etme, öğelerinde bulunurmuş...Anadolu' ya da gelenekleri ile gelmişler ve İslam öncesi yaşam tarzlarını uygulamaya devam etmişler...Meddah, Karagöz, Orta oyunu Türklerin bazı oyunlarından birkaçıdır...TİYATRO deyince öyle isimler ve oyunlar geliyor ki aklımıza, Güllü Agop, Tomas Fasulyeciyan, Afife Jale, Muhsin Ertuğrul, Haldun Dormen daha sayıları nice nice çok olan sanat emekçilerinin isimlerini saymak mümkün...Sevgili dostlar Haldun Dormen demiş iken sevgili hocamızın önemli bir müzikalini 16 ve 22 Mayıs 2017 tarihlerinde Ortaköy Afife Jale sahnesinde oynayacağız...Heyecan ve keyif içinde geçen provalarımızın, verdiğimiz emeğin ürününü, şarkılar eşliğinde sahnede izlemenizi tavsiye ederim...Haftalık yolculuğumu beni çok etkileyen, her okuduğumda yüreğime dokunan ve Kaan Erkam hocamın da ''Meyhanede'' adlı oyunumuzun sonuna eklediği Tomas Fasulyeciyan' ın o meşhur tiradı ile bitiriyorum...
''Zaten aktör dediğin nedir ki ? oynarken varızdır, yok olunca da sesimiz bu boş kubbede bir hoş seda olarak kalır, bir zaman sonra da unutulur gider, olsa olsa eski program dergilerinde soluk birer hayal olur kalırız, görooorum, hepiniz gardoroba koşmaya hazırlanıorsunuz, birazdan teatro bomboş kalacak ama teatro işte o zaman yaşamaya başlar, çünkü Satenik' in bir şarkısı şu perdelerde takılı kalmıştır, benim bir tiradım şu pervaza sinmiştir, Hıranuş' la Virginia' nın bir dialogu eski kostümlerden birinin yırtığına sığınmıştır, işte bu hatıralar o sessizlikte saklandıkları yerden çıkar, bir fısıltı halinde sahneye dökülürler, artık kendimiz yoğuz seyircilerimizde kalmadı ama repliklerimiz fısıldaşıp dururlar sabaha kadar, gün ağarır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır, perdeeee''
Yine yüreğime dokundu be dostlar...TANRI SEVGİDİR...SEVELİM...Barış AKENGİN
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)