17 Aralık 2017 Pazar
43.Blog yazım Çanakkale Küçükkuyu beldesinin şirin mi şirin tarihi Rum köylerinden ADATEPE...Güzeldir Tanrıların Tanrısı Zeus'un köyü ADATEPE...İlyada destanında adı geçen bu köye 17 yıldır her sene gider mistisizmi yaşarım, köyün bulunduğu bölge Truva, Leleg, Midilli, Pers, Atina, Roma, Selçuklu ve Osmanlı hakimiyetleri arasında yüzyılların birikimini oluşturmuş ve taş işçiliğinin mükemmel işlendiği tarihi mimarisi olan evleri ile ADATEPE bir huzur yeri olmaya devam ediyor...Çevresinde özellikle de Küçükkuyu tarafında betonlaşmanın başlamasıyla birlikte, 1989 yılında köy sit alanı olarak ilan edilmiştir...Köyde başka ev yapılmamakla birlikte, eski evlerinde aslına uygun olarak restore edilmesi, köyün var olan güzelliğini ihtişamıyla korumuş oluyor...Köyün Ege denizine bakan tepesinde Zeus Altarı bulunuyor, Homeros'un İlyada'sında Zeus Altarı şöyle geçer: ''Ama o Zeus'u da görüyordu çok pınarlı İda'nın en yüksek doruğunda, görünce de korku kaplıyordu yüreğini, Hera dosdoğru yürüdü Gargoros doruğuna, İda'nın en yüksek tepesiydi bu'' Zeus Altarı'nın çevresi çam ve zeytin ağaçları ile çevrilidir, Homeros'un bahsettiği o yüksek tepenin yani Gargoros'un bir yerine kadar arabayla gidiyorsunuz, sonrasında yaklaşık 1 kilometrelik çam ve zeytin ağaçları arasında kuş sesleriyle birlikte yürüyerek o muhteşem manzaranın olduğu tepeye ulaşabiliyorsunuz...Sizleri tam karşınızda Midilli Adası, Ayvalık ve irili ufaklı küçük adaları, solunuzda ise Altınoluk ve muhteşem görüntüsüyle Edremit Körfezi karşılıyor...Manzaranın ihtişamından sonra köyün içinde yürüyerek tarihi dokuyu alabilirsiniz...Güler yüzlü köylüler ile birlikte mimarisi bozulmamış taş oteller, 1940 yılına kadar ibadete açık olan Kilisesi, Hüseyin Meral zeytinyağı ve sanat evini mutlaka ziyaret ederek zeytinyağı sabunu alın derim dostlar, eski ilkokul binası olan Taşmektep ise mutlaka görülmeli, restore edilerek 17 senedir felsefe, sosyoloji, edebiyat, sanat ve sanat tarihi alanlarında seminerlerin yapıldığı, sanatçıların serbest atölye çalışması yaptıkları Taşmektep, metropollerden uzaklaşıp, bilgi ağırlıklı tatil geçirmek isteyen insanları bir araya getiriyor, köyün taş otellerinden birinde 1 gece kalmak istiyorsanız telefonunuzu kapatın, ya muhabbetin demini yaşayın orada, ya okuduğunuz kitaba yolculuğunuzu yapın, yada udun tınısıyla gelen o Avni ANIL bestesini yüreğinize dokunarak söyleyin kırmızı şarap eşliğinde ''Mihrabım diyerek sana yüz vurdum, gönlümün dalında bir yuva kurdum, yıllardan beridir yalvarıp durdum, sevgilim demeyi öğretemedim'' yeni yerler, yeni yaşam kültürleri, yeni insanlar tanımak ne güzel, ADATEPE köyünü imkanınız varsa görün dostlar, başka yazılarımda, başka kültürlerde ve başka yerlerde buluşmak üzere dostlar...TANRI SEVGİDİR...SEVELİM...Barış AKENGİN
11 Kasım 2017 Cumartesi
8 Ekim 2017 Pazar
Merhaba sevgili dostlar, yaklaşık 2 aylık moladan sonra 41.blog yazım ile yolculuğumuza devam ediyorum...Moladan sonra ki ilk konumuz SONBAHAR olsun sevgili dostlar...Bir SONBAHAR günü İstanbul' da bu aleme geldiğim için midir bilinmez ama en sevdiğim mevsimdir SONBAHAR...Çocukluk yıllarımda bile o ılık mevsimde, düşen sarı yapraklar arasında, şevk ile oynardık oyunlarımızı, rüzgarın tatlı esintisi oyunlarımıza eşlik ederdi sanki, ve yıllar yılı hep sevmişimdir bu mevsimi...Yazdan kalma ılık havasıyla İstanbul'un da en güzel mevsimidir SONBAHAR, rakının tadı bile bir başka gelir bu mevsimde, boğazın o tatlı esintisiyle, şarkılar eşiliğinde rakının demi alınır SONBAHAR mevsiminde, haaa şarkılar demişken nice şarkılarda dile gelmiştir SONBAHAR, aşklara, sevdalara kucak açmıştır, Yıldırım GÜRSES'in o Muhayyer Kürdi şarkısındaki gibi ''Düşen bir yaprak görürsen beni hatırla demiştin, biliyorsun seni ben SONBAHAR da sevmiştim'' der ve yüreklere dokunur SONBAHAR şarkıları...Bu mevsimde yaprakların dökülmesi, artık devr-i daim zamanının geldiğini gösteriyor sevgili dostlar, yaşamda öyle değil mi ? doğa ana aslında bir çok tüyo veriyor yaşama dair, kim bilir belki de hep buralardaydık, Pir Sultan Abdal'ın dediği gibi türlü donlar giydik ve yeniden çiçek açtık, ürün verdik ve yeniden yaprak döktük dostlar, doğa ana bizi yanıltmaz, onu görmemizi, anlamamızı bekler...SONBAHAR Özdemir ASAF'ın da en sevdiği mevsim olmasına rağmen hüzündür demiştir, dizelerinden birinde der ya; ''En sevdiğim mevsime geldik, yapraklar sararacak, gök gürültülü yağmur yağacak, SONBAHAR, hüzündür, hüzün ise, ben demektir'' o hüznünde mutlaka bir anlamı, güzelliği vardır ki Özdemir ASAF'ın kaleminden dökülmüştür...Yaşamında demi olan SONBAHAR ile ilgili yazımı Attila İLHAN'nın sözleriyle tamamlayalım dostlar, ''Kül mavisinin yanına sarı gelirse SONBAHAR, sen benim yanıma gelirsen kıyamet olur'' der şair...TANRI SEVGİDİR...SEVELİM...Barış AKENGİN
28 Temmuz 2017 Cuma
40.Blog yazımın konusu KIRK...KIRK birçok inanışta önemli bir yere sahiptir...KIRK sayısı içinde geçen birçok isim ve deyimler mevcuttur...KIRKpınar, KIRKharamiler, KIRK-ikindi yağmurları, KIRK dereden su getirmek, KIRK bir kere maşallah, KIRK ev kedisi, KIRK para, KIRK yılın başı, KIRK yılda bir, KIRK yıllık dost, KIRK katır mı-KIRK satır mı, bir fincan kahvenin KIRK yıl hatırı olması, KIRK sayısının özel ve uğurlu bir sayı olduğuna, bazı tabiat varlıklarını temsil ettiğine çok eski çağlardan beri inanılır...İslam peygamberi Hz.Muhammed'e 40 yaşında peygamberlik verilmesi ve ona ilk bağlananların 40 kişi olması, kadınlarda hamileliğin 40 hafta olması ve doğan çocuğun 40 günü dolmadan dışarı çıkarılmaması, Nuh Tufanının 40 gün süren yağmurlardan sonra oluşması, Tanrı'nın Hz.Adem'in çamurunu 40 gün yoğurduğuna inanılması, doğum ve ölümlerin sonrasında 40 gün geçmesi sonucunda lokma dağıtılması ve 40 çıkarmak deyiminin kullanılması, Hz.Musa'nın Sina dağına gidişinin 40 gün sürmesi, Hz.İsa peygamberin 40 gün çölde kalması, Alevi inancına göre 40 lar meclisi olması, Kutadgu Bilig'te insanın olgunluk yaşının 40 yaş olarak gösterilmesi, Hz.Yunus'un 40 gün balığın içinde kalması ve yine Alevi inancına göre 4 kapı 40 makam öğretisi olması, KIRK sayısının farklı kültürlerde önemli bir yeri olduğunu gösteriyor...Bende 40 yaşında bu 40.Blog yazımda yaklaşık 40 günlük bir tatil molası vereceğim ve dönüşte yolculuğumuza kaldığımız yerden devam edeceğim...Sevgili dostlar verdiğim mesajların daima Aşk, Sevgi, Barış adına olmasına ve birbirimize ışık yayılmasına dikkat etmeye çalıştım, yörüngemizi ne kadar çok aydınlatır ve aydınlanırsak yaşamı fazlasıyla güzelleştirebiliriz, sevgiyle kalın...TANRI SEVGİDİR...SEVELİM...Barış AKENGİN

13 Temmuz 2017 Perşembe
39.Blog yazımın konusu ALEVİ inancı...Bende ALEVİ inancı taşıyan bir ailenin evladı olarak yine bu inanç ile kendimi yetiştirip yakından tanımaya çalıştım amacım siz dostlar ile bilgi alışverişi yapmak ve yaparken de farklı bakış açılarına her dostumun muhabbet ile bakmasını sağlamaktır...Bu anlamda tanıdığım, bizzat görüştüğüm ALEVİ yazar ve araştırmacı büyüklerime de muhabbetlerimi iletiyorum...ALEVİ inancına tabiki benimde bir bakış açım ve araştırmalarım kendi çapımda var ama ben yüzyıllardır Anadolu coğrafyasının farklı bölgelerinde yaşayan ALEVİ topluluklarının bakış açısına değinmek istiyorum...ALEVİ inancı ülkemizde genel olarak Hz.Ali'ye gönül bağı olan, seven, onun yolu ve ailesi olan Ehl-i Beyt sevgisini taşıyan topluluklar olarak bilinir...ALEVİ inancının ibadet yeri Cemevidir, perşembe geceleri ve pazar gündüzleri Cem ayinleri yapılır...ALEVİ halkına inançlarının devamlılığı, yol göstericiliği ise dedeler, mürşitler, pirler ve rehberler aracılığıyla olur, dedelerin Ehl-i Beyt soyundan haliyle Hz.Muhammed'in soyundan geldiğini kabul eder bir kısım ALEVİ halkı ve 4 Kapı 40 Makama biat ederler, bu 4 Kapı Şeriat-Tarikat-Marifet ve Hakikat kapısıdır...Yol gösteren ALEVİ dedelerinin, yolun ilim, irfaniyle yetişmiş, halka her yönden örnek olmayı teşkil edecek şekilde olgun ve muhabbet adamı olması gerekiyor...Birde dedelerin talipleri vardır, bu talipler ALEVİ yoluna ikrar verip girenlerdir, bu taliplerin içinde Türk-ALEVİ, Kürt-ALEVİ, Arap-ALEVİ ve hatta Hristiyanlıktan, özelliklede Ermenilerden asimilasyona uğratılmış ALEVİ halkları vardır...Talipler hangi milletten olursa olsun öncelikleri milliyetleri değil ALEVİ inancıdır...Memleketim Erzincan-Kemah bunun en güzel örneği, belirttiğim 4 milletten de ALEVİ vardır ve milliyetleri ikinci plana atılır...ALEVİ inancının Anadolu halkının içine hangi tarihlerde girdiği ise ciddi anlamda tartışma yaratan bir konu ve ALEVİ halkını iki farklı bakış açısına iten bir durum, buraya kadar bir bakış açısından bahsetmeye çalıştım sevgili dostlar ve bu bakış açısına göre ALEVİ inancı İslamın içinde, birde özellikle Avrupa ve yeni nesil ALEVİ topluluklarında oluşan bir bakış açısı var, bu da ALEVİ inancının İslam ile alakası olmadığını ve Işık yolu olduğunu söyleyen kesim...ALEVİ halkının içinde ciddi anlamda bu görüşe eğilim var, ALEVİ kelimesi alev kelimesinden -i eki alıp türeyerek aleve ait ışığa ait anlamında kullanılmaktadır ve bu bakış açısına göre de 4 Kapı 40 Makam vardır ve bu 4 Kapı Hukuk-Yol-Marifet ve Hakikat kapısıdır...ALEVİ halkı cem ayinlerinde bağlama eşliğinde semah döner, lokma dağıtır, küskünleri barıştırır ve inancın temeli öğretilir, yüz kızartıcı bir suç işlendiğinde ise o kişi ALEVİ halkının gözünde ''düşkün'' ilan edilir...Pir Sultan Abdal en önemli ALEVİ pirlerinden biri olarak geçer...ALEVİ inancının bir görüşüne göre ise cennet ve cehennem kavramları da yoktur, Şamanizmden etkilendiğini ve tüm semavi dinlerden önce varolduğunu iddia ederler...Yaşamı var eden dört kuvvete (ateş-toprak-su ve hava) inanarak, Nur'dan geldiklerini yeniden don değiştirerek Nur'a geri döneceklerine inanılır...Bu örnekleri daha da çoğaltabiliyoruz sevgili dostlar, gelelim hangi ALEVİ inancının doğruluğunu kabul etmemiz gerektiğine, burada kararı sizlerin yorumlarınıza bırakıyorum ama bana göre inanç önce insanı, doğayı, tüm canlıları sevmekten geçiyor, sevgiyi kendi yörüngemizde başlatıp tüm çevreye yaymaktan geçer...Yüreğimizi ortaya koymaktan geçiyor...TANRI SEVGİDİR...SEVELİM...Barış AKENGİN

6 Temmuz 2017 Perşembe
38.Blog yazımın konusu SU...SU vardı başlangıçta sadece SU...Gök, ay, güneş, hava, ateş, toprak ve ağaç gibi doğa ananın güzelliklerinden öncede SU vardı...Ebedi başlangıç, abıhayattır SU, anne rahmidir, öncesi ve sonrası olmayan bir zamandır SU...İnsanlığın doğumu da ölümü de SU ile değil mi? sevgili dostlar...Dede KORKUT'a göre TANRI'nın yüzünü görmüş, ayna olmuştur SU...Saflık, bereket, şeffaflıktır SU, kötülükleri temizleyen, ruha şifa veren, insanlığın aslıdır, özüdür SU...İnsanın içine şifa verdiği gibi dışını da temizleyendir SU, her doğan bebekler SU ile yıkanır, SU ile kutsanır, Vaftiz edilir, SU ile devletler, medeniyetler, şehirler kurulmuştur...Rast, Hüseyni, Uşşak ve Hicaz makamının gizemidir SU...SU her daim kaybolmaz, dolaşırrr, akarrr, gezerrr, uyurrr ama kaybolmaz...SU sadece insanlığa değil, ağaçlara, çiçeklere, hayvanlara tüm canlılara yaşam verir...SU Aşktır, Fırat ile Dicle kızın birbirine olan Aşkıdır, adına türküler yakılmasıdır, Erzincan'da, Harput'ta, Diyarbakır'da, Urfa'da hani oğullarımıza Fırat, kızlarımıza Dicle ismini koyarız ya bu Aşkın, türkülerin hatırına koyarız bu isimleri, SU bazende hüzündür, 100 yıl önce Aşk ile şevk ile akan Fırat'ın haftalarca kırmızı akmasıdır, kadın, çocuk demeden derinliğine zorla atılmasıdır feryat, figan içinde, ağıtlar çekilerek korkuya rağmen...SU Van gölüdür, içinde Ahtamar adasını barındıran, İnci kefalinin cennetidir, bir şehre tarih verendir...SU Karadeniz'in dereleridir, Fırtına vadisidir, Ayder yaylasıdır, Hes projelerine karşı savaş açmaktır tulumlar eşliğinde, Karadeniz halkına beni yalnız bırakmayın der gibi bakandır SU, onu yalnız bırakmak doğa anadaki tüm canlıların ömrünü kısaltmaktır sevgili dostlar...SU Kazdağlarıdır, her yıl 6 Hafta boyunca havasını soluduğum, derelerinde gezdiğim, tadına doyamadığım, koca çınar Yaşar KEMAL'in dediği gibi ''Bin pınarlı İda dağıdır'' SU, zeytin ağaçlarının, kızıl çam ormanlarının dostudur, bülbül gibi şakımasıdır Kazdağlarında SU...Veeee SU İstanbul Boğazıdır, doğduğum şehri, iki kıtayı ayıran İstanbul'a can katan, adına sayısız güzel şarkılar yazdıran Boğazın gizemli kahramanıdır SU...Anadolu'dan kalma bir terim vardır ''SU gibi aziz ol'' diye, sizlerde SU gibi aziz olun dostlar, SU ile birlikte, hepimizin şifa dolu, şeffaf, bereketli yaşamı daim olsun...TANRI SEVGİDİR...SEVELİM...Barış AKENGİN


30 Haziran 2017 Cuma
37.Blog yazımın yolculuğu RAKI...''Al kadehi eline-dokun gönül teline-muhabbet alemine-bir merhabadır RAKI...Hoş geldiniz dostlar çilingir sofrasına, bilirmisiniz neden çilingir sofrası denmiştir, RAKI masasında insanın sır kapıları, birerrrr birer açılır, insanlar tabuları aşıp gerçek kimliğini, özlerini, kişiliklerini ortaya serer, yani anlayacağınız RAKI çilingir marifetiyle insanların kişiliklerinin kilidini açar, gerçekleri söylemesini sağlar ve böylece RAKI ile kurulan sofraya da çilingir sofrası denir, eeeee açalım öyleyse bizde özümüzdekileri yüreğimizle birlikte...Aşk ile içelim, RAKI deyince akla ilk Bekri Mustafa gelir...16.Yüzyılın en önemli sarhoşlarından Bekri Mustafa 4.Murat döneminde yaşamıştır, bilirsiniz dostlar o dönemde içki, afyon, kahve ve hatta kahvehaneler bile yasak, uymayanların kelle gidiyor...4.Murat yasaklara uyulup uyulmadığını kontrol etmek için tebdil-i kıyafetle gezermiş, bir gün veziri ile biner bir kayığa, denizde açılırlar, fakat bakar ki kayıkçı bir testi çıkarır başlar içkisini içmeye, tabiiii kayıkçı da bizim Bekri Mustafa, 4.Murat uzat testiyi de ben ve arkadaşım da içelim der, Bekri Mustafa buna karşı çıkar, sizin gibi beyzadeler bunu içemez su değil bu RAKI dır RAKI, hem beni hemde kendinizi yakarsınız der padişahı tanımayarak, ısrar üzerine dayanamaz uzatır testiyi, padişah bir yudum içer mest olur sonrada vezirine verir, sorar Bekri Mustafa'ya padişahtan korkmuyor musun sen? Bekri' de padişah içkiyi karada yasakladı, denize kim bakacak, kimse beni göremez der, padişah sorar ya haber verirsem? Bekri'de vermezsinki sende RAKI içtin ikimizinde kelleleri gider der, en sonunda padişah dayanamaz, peki ben padişah olsam, yanımdaki de Bayram paşa ise, Bekri patlatır kahkahayı, demedim mi size iki yudum içtiniz biriniz padişah, biriniz vezir olmaya kalktınız, biraz daha içerseniz haşaaaa biriniz Allah diğeriniz peygamber olacak ve bu tatlı dil sayesinde kelle kurtulur, işte böyledir Bekri Mustafa...Dostlar sizden iyi olmasın kadim dostlar ile içerken bazende kafamız eser RAKI duasını verir öyle içeriz kadehleri, tabiii kadehler sol elde birlikte okunur ''İçelim ab-ı hayata-neşe verir bedene-ne mutlu bunu icat edene-bunu icat eden bir pir-akşamları 2 sabahları 1-artsın eksilmesin-taşsın dökülmesin-Tanrı kimseyi meyhanesiz memlekete düşürmesin'' içmeyenleri bile içirir bu dua öyle değil mi dostlar...Aaaaaa birde RAKI içen kadınlar vardır ki o kadınlar afet-i devran der Can YÜCEL usta, senden başkasını severlerken bile seni incitmezler, ağdalı değil, nağmeli severler...93 Yaşındaki, Allah uzun ömür versin 70 yıldır RAKI ile 60 yıldır karısı ile evli olan Aydın BOYSAN ise evlilik kararı için 10 yıl RAKI içtim der...Sevgili dostlar RAKI içerken sarhoş olunmaz, hoş olunur, düzgün konuşulur, argo konuşulmaz, Zeki MÜREN çalıyorsa saatlerce RAKI sofrası devam eder, Aşık MAHZUN-İ, Aşık DAİMİ çalıyor ise de yürekler coşa gelir, ruh bedenden çıkar gibi her ruh gider bir yerlere, kimi geçmişe, kimi sevdiğinin özlemine, kimi ise memleketine...Anadolu coğrafyasında ilk olarak RAKI yı Bektaşiler ve Gayrimüslimler içerlermiş, eeeee mezelerden belli değil mi? Ermeni pilaki, Ermeni dolma, Topik, Ermeni fava, yanına da bizim Ortaköy'lü Ermeni bestekar Kemani Tatyos Efendiden ''Gamzedeyim deva bulmam'' offfff bee, yada Balat'ta çok sevdiğim Vasili abimin Rum Meyhanesine gidip, Ahtopot kızartması, Pavurya, Saganaki, yanına da Buzuki ile Nikos KAZANCAKİS'in ''Zorba'' şarkısı ile Sirtaki...RAKI her daim Aşk-ı Muhabbet içkisidir sevgili dostlar, yeter ki gönüller güzel baksın, sizden iyi olmasın her daim güzel bakan, RAKI masası kadim dostlarım Murat, Baki, Esen, Serdar, Muharrem, Güney, Ekrem, Aris, Mert, M.Ali, Aydın, Serhat, Veysel, Kirvem Süleyman ve güzel abilerim Arakel, Vasili, Cenan, Bülent ve Merih abime, babalara, Yalçın ve Naci amcama, yıllarca birlikte sahne aldığım Kaan abime ve tüm dostlara selam olsun, unuttuklarıma da muhabbet dolsun...Sevgili dostlar yazımın sonuna yaklaşırken, RAKI bazende kendi köyünün mistik ortamında Aşk ile kadeh kaldırmaktır ''Ölmüşlere ve geri gelmeyeceklere diyerek, aynı tiyatro sahnesinde söylediğim repliklerim gibi'' TANRI SEVGİDİR...SEVELİM...Barış AKENGİN
20 Haziran 2017 Salı
Merhaba dostlarım, 36.Blog yazımın yolculuğu TÜRKÜ...Ah o türküler, bizi içten içe uzaklara götüren türküler, Erzincan'da, Erzurum'da, Bar havaları, Hoyratlar, Elazığ'da oturak havası türküler, bazen yalnızlığında arkadaş, gurbet özlemi çektiğinde avuntu veren türküler, Orta Anadolu'da Bozlak, Urfa'da Sıra Gecelerinde Kırık hava dediğimiz türküler...Ahhhh o türküler kaybettiklerini içinde aradığın, seni teselli eden türküler ve senden artık bir parça olan türküler...Ah o türküler ''Yeşil Kurbağalar'' diyerek Eğin uzun havası çektiren, doğa türküleri...Ah o türküler gurbet acısını iliklerinde hissettiren, yollarını gözlerken yürekten söylediğimiz o türküler...Ah o türküler ''Bahçede Yeşil Çınar'' diyerek Aşk özlemini doğa ile bütünleştiren türküler, gizli gizli sevdiğimizi evrene anlattığımız türküler...Ah o türküler Aşık VEYSEL'de sadık yari toprağı anlatan, Neşet ERTAŞ'ta Aşk ateşiyle yanan türküler, Mahzuni ŞERİF'te isyanı, Musa EROĞLU'nda Karacaoğlanı ve doğayı anlatan türküler...Ahhhh o türküler farklı renkleri bir araya toplayan farklı dillerde de söylenen o türküler...Ah ki ne ah o türküler Harput'ta Ermeni kızı Ahcig ile Mustafa'nın sevda masalı türküler, belkide hiç kavuşamayacaklarının acısını, gönül bahçesine ektikleri tohumda teselli bulan o türküler...Ah o türküler Keklik Gibi Kanadını süzmediğimiz, Turnam Gidersen Mardin'e, Turnam Yare Selam Söyle dediğimiz, Bülbülün Kanadı Sarı olan, Kekliği, Turnayı, Bülbülü sevdiğimiz o türküler...Erzincan'lı olup ta türkülerle bir olmak, bizlerde yaşamın tadı tuzudur, türküler sevdamızdır...Çocukluğumda 7-8 yaşlarında, ışıklar içinde olsun yan komşumuz Nazmiye teyze bize her geldiğinde, iğne vurmasın diye arka arkaya türküler söylerdim, hem hoşuma giderdi türkü söylemek hemde annem, babaannem ve Nazmiye teyze için neşe kaynağı olurdum ''Küstürdüm Barışamam'' türküsünü söylerken...60 yıllık pikaplarımızda 200 den fazla plaklarımızı çalıp dinleyerek büyüdük, Alevi ozanlar Aşık DAİMİ, Ali Ekber ÇİÇEK, Kürt ozan Celal GÜZELSES, Ermeni ozan Aram TİGRAN dinledik, türküleriyle yüreğimize dokundular, şimdi de zaman zaman köprü vazifesini biz görelim, bizler yüreklere dokunalım türkülerle, dünyaya söyleyelim selam söylesin bizden 3.000 yılına, türküler daim olsun, türküler Aşk olsun, türküler yaşam olsun...TANRI SEVGİDİR...SEVELİM...Barış AKENGİN
11 Haziran 2017 Pazar
35.Yolculuğum ZEYTİN ile devam ediyor...ZEYTİN bütün ağaçların ilkidir, insanlık tarihinin ilk yetiştirdiği meyve olarak geçer, hatta mitolojide her TANRI'ya bir ağaç atfedilir ya akıl, sanat ve Barış TANRI'sı Atena'yada ZEYTİN ağacı atfedilmiş...ZEYTİN Barış sembolüdür, TANRI ile insan arasında Barış sağlayandır, rivayete göre Hz.Adem ölümüne yakın TANRI'dan kendisini ve tüm insanlığı bağışlamasını ister, oğlu Şit'i cennet bahçesine gönderir, melek Şit'e iyi kötü ağacından aldığı 3 tohumu verir ve babasını gömmeden önce onun ağzına koyması gerektiğini söyler, Hz.Adem kısa bir süre sonra ölür ve İsrail'in kuzeyinde Tabor dağı yakınındaki Hebron vadisine gömülür ve gömüldüğü yerde yeşeren 3 ağaç Sedir, Servi ve ZEYTİN ağacıdır, böylece TANRI ile insan arasında Barış sağlanmıştır, tabi ki bunlar bir rivayet ama önemli olan ZEYTİN ağacının Barış sembolü olması değil mi dostlar!!! yine eski ahite göre ZEYTİN refahın, bolluğun, bilgeliğin, sağlığın, adaletin, aklın, arınmanın ve yeniden doğuşun yani insanlık için en önemli değerlerin sembolüdür...Nuh peygambere göre ise tufanın durulduğunu anlamak için gönderdiği güvercinlerin, ağzında zeytin yaprağı ile gelmesi, ZEYTİN ağacının Barış ve ölümsüzlük sembolü olduğunu gösteriyor...Eski Mısır'da Tanrıça İsis'in meyvesi, TANRI Ra'nın aydınlanma simgesi, Roma'da Tanrıça Minerva'nın değerli meyvesidir...Anadolu'da da ZEYTİN önemli ve kutsal sayılır, şifa kaynağı olarak birçok yerde ZEYTİN ve yağı kullanılır, gelelim güzel bölgemiz Ege'ye, her bir yanı ZEYTİN ağaçları ile dolu olan bölgemize, birçok hastalıkları önleyen, kemik gelişimine, beyin ve sinir sistemlerine can katan ZEYTİN ve yağının bol olduğu Ege'ye, ZEYTİN Ege'nin ve ülkenin can damarlarındandır her sene gittiğim Altınoluk'ta ve Kazdağlarında bunu bizzat yaşıyoruz, ZEYTİN ağaçlarının katledilmesi, imara açılması, rant sağlanması, betonlaştırılması yürekleri yaralar, kıymayın efendiler o ağaçlara, doğaya, insanlığın can damarına, cennet meyvesine...ZEYTİN ağacı Rumların kültürüdür diyerek, Tarkan gibi değerli bir sanatçıya sana ne senin zeytinliğin mi var diyerek doğayı koruyamayız, ZEYTİN şarkılarda, şiirlerde, kutsal kitaplarda en güzel bir şekilde yer alır, koruyacağız doğayı, hep birlikte yüreklere su serpeceğiz, doğa ana ile savaş değil Barış içinde olalım, Ege'yi, Kazdağlarını, ZEYTİN ağaçlarını yani tüm ağaçları koruyalım, onlar bizim yaşam kaynağımız...TANRI SEVGİDİR...SEVELİM...Barış AKENGİN
27 Mayıs 2017 Cumartesi
Merhaba dostlar 34.yolculuğum, plakasından anlaşılacağı gibi İSTANBUL...Dünyanın en şanslı insanlarından biri olarak görürüm kendimi, çünkü İSTANBUL'da doğdum ve büyüdüm...7 tepeli, nice şarkılarda dile gelmiş, aşklara konu olmuş, birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, içinden deniz geçerek iki kıtayı ayıran, doğal limanı Haliçiyle, tarihiyle, kültürüyle, boğazıyla, körler ülkesinin karşısında kurulmuş efsane bir şehirdir İSTANBUL...Efsaneliği daha kuruluş hikayesi ile başlıyor güzelim şehrimin...Yunanistan'da, Megara'dan yola çıkan Byzas, kurmak istediği yeni şehrinin yerini Delfi Kahinine danışır ve kahin de şehrini ''Körler ülkesinin karşısına'' kuracağını söyler...Byzas kafası karışık bir şekilde dolaşırken, bugünkü Sarayburnu'ndan o günkü Khalkedon'a (Kadıköy) bakarak, bu körler niye şehirlerini bu güzelim yer dururken o çorak yere kurmuşlar ki ? der ve aklına Delfi kahini'nin söylediği sözler gelir, böylece İSTANBUL'u nereye kuracağını bulmuştur...Rum Meliki Timaoş'un oğlu İSTANBUL, 4 sene hükümdarlığı boyunca şehrin inşaası için çalışır, yerine geçen Konstantin ise tamamlar ve adını koyar...Binlerce yıllık bu güzelim şehir, Byzantion, Konstantinopolis, Konstantiniyye, Dersaadet gibi farklı isimler ile de anılmıştır...Hem Bizans hemde Osmanlı'ya başkentlik yapmış olan İSTANBUL'un başkentliği, Cumhuriyet'le birlikte 29 Ekim 1923 te sona erer...Dünyanın en büyük metropollerinden biri olan İSTANBUL, Türkiye'nin can damarıdır...İSTANBUL nice şarkılarda da dile gelmiştir, Yahya Kemal' in dediği gibi ''Sana dün bir tepeden baktım aziz İSTANBUL'' yada Orhan Veli'nin dizeleri gibi ''İSTANBUL'da boğaziçinde bir garip Orhan Veliyim'' veya Münir Nurettin Selçuk üstadın Kalamış şarkısında dediği gibi ''İSTANBUL'u sevmezse gönül, Aşk-ı ne anlar'' nasıl bir ilham gelmiş ki Aşk içinde yapılmış bu güzel eserler ve daha niceleri, tabiki tüm bu güzel dizeler günümüz İSTANBUL'unun betonlaşması için değildi...İSTANBUL benim için, her an tadının çıkarılması gereken bir güzelliktir, günümüz İSTANBUL'unun trafik çilesi buna izin verdiği sürece...Hızla 20 milyon nüfusu geçmek üzere olan şehrimizde, rahat ve güvenilir yaşanılır mı ? sorusu hep daim olacağına benziyor...İSTANBUL, tarihi sarayları, Kiliseleri, Camileri, Sinagogları, eski semtleri, boğazıyla her şeye rağmen hakeden bir güzelliğin içinde yer almalı, boğazda rakı içerken eşsiz güzelliğinin farkına varılmalı, şarkılar o güzellikler içinde söylenmeli...Ortodoks Hristiyan dünyasının merkezi olan İSTANBUL, çeşitli inançtaki insanların bir arada yaşadığı bahçeymiş, gönül isterdi ki o bahçeyi çok fazla sulayalım ve solmak üzere olan çiçekleri de canlandıralım ama bunu hep birlikte istemek gerekiyor, sevgi ile Aşk ile istemek...Sevgili dostlar içimize bir virüs gibi işlenmiş, bu güzel şehrimize sahip çıkalım, dünyanın gözünün burada olduğu, boğazı ve gerdanlığı olan köprüleriyle bir başka İSTANBUL yok...Sayfalarca yazılsa yetmeyecek olan güzel şehrim İSTANBUL, ben her şeye rağmen seni seviyorum...Bırakıp gittiğinde özlenilen, içindeyken kızılan doğup büyüdüğüm kentim İSTANBUL...Sevgili dostlar İSTANBUL demek İstiklal Caddesinde yürümek, Eminönü'nde balık ekmek yemek, boğazda rakı içmek, adalarında kuş sesleri içinde gezintiye çıkmak demektir, Ayasofyayı, Sultanahmeti, Dolmabahçe sarayını ve daha nice tarihi yerlerini gezmek demektir...Yaşadığım şehrimin kalan güzelliklerinin korunması dileğiyle...TANRI SEVGİDİR...SEVELİM...Barış AKENGİN
15 Mayıs 2017 Pazartesi
33.Haftalık yazı yolculuğumun konusu, kutsal bir kelime olan ANNE...
Hani dillerde hep aynı cümle söylenir ya, ''Cennet ANNE lerin ayakları altındadır'' benim içinde öyle...ANNE ilk kokusunu aldığın, ilk sıcaklığını hissettiğin, göğsüne kurulduğun ilk yuvadır...Belkide hiçbir din adamının vaat edemediği cennettir ANNE...Peki her can için öyle midir ANNE, kimisine göre korkulu rüya, kimisine göre ise varlığını hiç hissetmemiş bir duygu...Tarifleri, anlamları çok geniştir ANNE kelimesinin, bazende kendi doğurmasa bile canından can veren kişidir ANNE...Bunun örneklerini yaşam bize göstermiştir, bazende öksüz çocuklara ANNE lik görevi yapmaktır ANNE...Dün ANNE ler günüydü ve bana göre ANNE kelimesinin ruhunu, güzelliğini daraltan bir gündü, bir güne sıkıştırılan bir zorunluluk, öyle mi olmalı dostlar; her an hiç tahmin etmediğin bir anda sarılmak olmalı, bazen bir bebek hali gibi gözlerinin içine bakmak, bazende güzel bir Hicaz Şarkı yada Türkü söylemek olmalı birlikte...ANNE bazen Ali İsmail Korkmaz'ın acısıyla yaşamaktır, bazende Kenan EVREN'in eşi Sakine Ana gibi Dersim'de yaşadıklarını bağrına gömüp kocasına küsmektir...ANNE özeldir sevgili dostlar, ANNE Aşktır, yürektir...Sevgiyle kalın...TANRI SEVGİDİR...SEVELİM...Barış AKENGİN

7 Mayıs 2017 Pazar
32.Haftalık blog yazımın konusu DÜĞÜN...
Geçen hafta teyzemin kızı, kuzenim sevgili Yeliz'imin DÜĞÜN töreni bizleri eğlencenin ve güzelliklerin doyumuna çıkardı...Çünkü damat tarafı Rize HEMŞİN bölgesindendi...İki farklı kültürün aynı DÜĞÜN de bir arada olması renkli görüntülere sahne oldu...Güzelde oldu renkli görüntüler hoşumuza gitti...Bizim düğünlerin olmazsa olmazı Davul-Zurna biz ERZİNCAN'lıların milli çalgısıdır, bizim için bir terapidir, HEMŞİN'li dostlar için ise terapinin ve milli çalgının Tulum olduğunu gördük...Birlikte Tulum eşliğinde oynadıkları yöresel oyunun bol bol videolarını çektik her zaman HEMŞİN düğününe denk gelemeyiz diye, kadınlı erkekli yöresel ezgileri ve anlamadığımız dilde yüksek sesle söyledikleri kelimeler ise kendilerini bambaşka bir havaya sokuyordu...Alın size bir renk, bir farklılık işte, kendimize ve çevremize sürekli aktarmak istediğimiz de bu ve buna benzer örneklerdir, farklı renkleri görüp kabullenmemiz ve öyle kabul etmemiz...Muhakkak HEMŞİN'li konukların içinde de bizim Davul-Zurna kültürümüzün, oyunlarımızın ilgisini çeken olmuştur...Tulum, HEMŞİN ve ortak DÜĞÜN den bahsetmişken, HEMŞİN bölgesini, konuştukları dili, yaşam kültürlerini görmek için o bölgeye gitmemek tabiki de olmaz...Bizde HEMŞİN bölgesinde, Fırtına Vadisinde yaşayan ve pansiyon işleten Evrim dostumuzdan, rehberlik yapmasını rica ederiz bu bölgeyi gezip incelemek için öyle değilmi dostlar...DÜĞÜN Erzincan'lılar için mutlaka yapılması gereken bir gelenek, sadece nikah bizler için hep yavan olmuştur, bu yaşadığımız, geldiğimiz toprakların güzelliğidir...Büyüklerimizin anlattığı köy DÜĞÜN leri ise 2-3 gün sürermiş, gelini ata bindirmeler, çeşitli yöresel oyunlar, yöresel yemekler ve yöresel türküler ise DÜĞÜN lerin tadı tuzu olurmuş...Bitmesini kim ister böyle DÜĞÜN lerin, hatta çalınan Davul-Zurna ile başka köylülerin, sesi duyup ta halay çektiklerine bizzat şahit oldum ve davulun sesinin uzaktan nede hoş geldiğini gördük...İnsanın içini ısıtır, birleştiricidir bizim oralarda Davul-Zurnalı DÜĞÜN ler, dargınları birleştirir, halaya tutuşturur...Haftalık blog yazımı köyümüzden 1940 lı yıllardaki bir DÜĞÜN fotoğrafı ile bütünleştirmek istiyorum...Tüm dargınlıkların bitmesi dileğiyle selam olsun HEMŞİN, ERZİNCAN ve tüm yörelere...TANRI SEVGİDİR...SEVELİM...Barış AKENGİN
30 Nisan 2017 Pazar
31.Haftalık yazımın konusu İLKBAHAR olsun dostlarım...
İLKBAHAR hep umut olmuştur insanlar için, bir başlangıç, bir uyanış olmuştur...Turgut UYAR ''Bana bir şey söyle, İLKBAHAR gibi, çiçek aç mesela veya yağ rahmet olarak içime veya gökkuşağı ol sar ruhumu, bir şey söyle, sözü aşsın, öze değsin, bir şey söyle, yanındayım mesela'' der...Bitmesini istemediğimiz güzelliklerin yardımcısıdır İLKBAHAR...Her bölgede muhakkak bir başka güzeldir İLKBAHAR ama yaşadığımız şehir İstanbul'da ise neredeyse yıllardır yaşanmıyor diyebilirim...Güzelim İstanbul, beton şehir İstanbul olduğundan beri küstü doğa ana, göstermiyor güzelim o İLKBAHAR halini...Çocukluğumda ise sırılsıklam aşıktı İstanbul'a İLKBAHAR...Yeni yüzyıla, yeni binyıla yani 2000 yılına kadar bu aşk devam etmişti...Papatyaların, gelinciklerin, farklı renkte çiçeklerin birbirini tamamladığı renk cümbüşünün içinde, kelebeklerin, kuş seslerinin bir şarkı gibi şakırdadığı güzel mevsimdi İstanbul'da İLKBAHAR...Bu güzel aşka yetiştiğim için, görebildiğim için kendimi ve akranlarımı şanslı görebiliyorum...İLKBAHAR çok güzel şarkılarda da dile gelmiştir, sözlerini Bekir MUTLU'nun yazdığı, Erdoğan BERKER'in bestelediği o güzelim Nihavent şarkı ''Bir İLKBAHAR sabahı güneşle uyandın mı hiç'' çok sevdiğim şarkılardan biridir, ruhu okşayan, yıllar geçse bile halen aynı ruhla dinleyebileceğim bir şarkı benim için...Şair Cemil GÖKDEMİR ise ''Karlar eridi, dereler coştu, tabiat uyandı, çiçekler açtı, arı vızıldadı, kelebek uçtu, müjdeler olsun İLKBAHAR geldi'' der...Benimde tüm insanlık için isteğim, eriyen karlar gibi içimizdeki olumsuzlukların erimesi, egoların yok olması, coşan dereler gibi yüreğimizin kıpır kıpır olması aşk ile coşması, tabiatın uyanması gibi ruhumuzun uyanması, çiçeklerin açması gibi gönül kapılarımızın açılması, vızıldayan arılar, uçan kelebekler gibi şarkılar söyleyip dans etmesidir...Bu çok zor değil dostlar, farklı renkte insanlar topluluğu olarak bunu birlikte başarabiliriz...Hadi öyleyse yazıyı uzun tutmayayım da hareket edelim...Hareket zamanı...TANRI SEVGİDİR...SEVELİM...Barış AKENGİN
23 Nisan 2017 Pazar
30.Haftalık yazımın yolculuğumda bugün 23 Nisan diyelim sevgili dostlar...
23 Nisan 1920 Büyük Millet Meclisi'nin açılış günüdür, her yıl Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını birlikte kutlarız...Sevgili dostlar egemenlik yönetme yetkisidir, ulusal egemenlik ise yönetme yetkisinin ulusta olmasıdır...Osmanlı döneminde egemenlik padişahta idi, padişah efendi ülkeyi dilediği gibi yönetirdi, bunu padişah ve yandaşlarının ülkenin paylaştırılmasına ses çıkarmamaları ile görebiliyoruz...Mustafa Kemal ise tek bir egemenliğin ulus ile olabileceğini düşünüyordu...23 Nisan 1920 de ilk defa Büyük Millet Meclisi toplanır ve ulusun yönetme yetkisini kullanmaya başladığı gün olur...23 Nisan dünyada ise kutlanan ilk çocuk bayramıdır, Mustafa Kemal'in çocuklara armağan ettiği bu bayram, farklı ulusların çocuklarının katılımıyla, şenlikler daha bir heyecan içinde ve renkli geçmektedir...Bugünün küçükleri yarının büyükleri diyen Mustafa Kemal, yönetimin bayram süresince öğrencilere bırakılması geleneğini başlatmıştır...Bu çok güzel bir davranıştır sevgili dostlarım, çünkü savaşlarda en büyük tahribatı çocuklar görür, ne olup bittiğini anlamadan yaralanır, sakat kalır yada yetim kalırlar...Bu değerli varlıklarımıza en büyük armağan olan Barışı, Sevgiyi vermeliyiz, savaşı değil!!! peki bu Barışı, Sevgiyi nasıl verebiliriz sevgili dostlar...Ülkemizdeki bütün çocukları bir görerek verebiliriz, ötekileştirmeden verebiliriz, farklı renkleri, farklı inanç ve yaşayışları çocuklarımıza hoşgörü eşliğinde göstererek ve öğreterek verebiliriz...Bu çok mu zor dostlar? hiçte değil, inanın değil, bir çocuk sevinirken diğer yörelerdeki çocukları ağlatmayalım, güldürelim, onları sosyal yaşamın içine alalım, sanat ve spor ile bütünleştirelim, çocuklara hiçbir siyasi eğilimi vermeden bu ülkenin gelecekteki yönetimini şimdiki çocuklara bırakalım, bakın görün hoşgörü ile bir arada yaşamı, işte o zaman 23 Nisan gerçek bir çocuk bayramı olacaktır, o zaman farklı milletlerden bir ulus olmak nedir görülecektir, çocuklarımız geleceğimizdir onlara Barışı, Sevgiyi ve güzellikleri aşılayalım...TANRI SEVGİDİR...SEVELİM...Barış AKENGİN
16 Nisan 2017 Pazar
29.Haftalık yazı yolculuğumun bu haftaki konusu PASKALYA BAYRAMI...
İsa Peygamberin dirilişi nedeniyle Hristiyan dünyasında her sene ilkbahar ayında kutlanan PASKALYA BAYRAMI tüm Hristiyan halkının en büyük bayramı olarak kabul edilir...PASKALYA BAYRAMI İsa Peygamberin çarmıha gerildikten sonra 3.günde dirilişi olarak kutlanır...325 yılındaki İznik Konsili'nde, PASKALYA'nın bahar ekinoksundan (21 Mart) sonraki ilk dolunayın ardından gelen pazar günü kutlanması kararı alındı...PASKALYA BAYRAMI tüm Hristiyanlar tarafından yaygın olarak Kiliselerde düzenlenen ayinlerin dışında, kutlandığı ülkeye göre değişik geleneklerde gösterir...Bunların arasında en yaygın olanı insanların birbirine genellikle çikolatadan yapılan PASKALYA tavşanı ve PASKALYA yumurtası hediye etmesidir...PASKALYA BAYRAMI için evlerde özel çörekler (PASKALYA çöreği) yapılır, haşlanmış yumurtalar boyanır, mumlar yakılır ve dualar okunur...Katolik Kiliseleri'nde, PASKALYA gecesi ayininde yeni ateş kutsanır, PASKALYA mumu yakılır, İncil'den bölümler okunarak Vaftiz törenleri yapılır...Ortodoks Kiliseleri'nde ise gece ayinlerinden önce Kilise dışında bir ayin alayı düzenlenir, alay Kiliseden çıkarken hiç ışık yakılmaz, dönüşte ise, İsa Peygamberin dirilişini simgelemek için yüzlerce mum yakılır...PASKALYA BAYRAMI güzelim Anadolu'da da iki bin yıldır yaşamaktadır...Çünkü Anadolu, Hristiyan tarihi için önemli bir yerdir...İlk Kilise, İncil'de geçen yedi Kilise, Hristiyanlığın ilk yayılmaya başladığı yer olan Tarsus, Meryem Ana evi, Hristiyanlığı ilk kabul eden devlet olan Ermenilerin kabul ettiği yer, benimde ilçem olan Kemah, hepsi Anadolu'dadır...Ayrıca Hristiyan tarihini belirleyen İznik ve Kadıköy Konsilleride Anadolu'da gerçekleşmiştir...Anadolu bir kültür mozaiğidir sevgili dostlar, bu mozaik içinde Hristiyanlık diğer kültürler, inançlar gibi çok önemli bir yer tutmaktadır, bütün kültürleri, inançları bir arada tutmak bahçemizi rengarenk çiçeklerle doldurmaktır, gönül kapımızı her farklı yaşama muhabbetle açmaktır, bunları hoşgörü ile yaşatabiliriz, can katabiliriz sevgili dostlar...Benimde yaşlılarımızdan aldığım ses kayıtlarında, 1940 lı yıllarda memleketim olan Erzincan Kemah'taki köyümüzde, her Nisan ayında, büyük ninelerimiz PASKALYA BAYRAMI günü sabah erkenden kalkıp, yumurtaları haşlayıp, rengarenk boyayarak, en güzel üç etek elbiselerini giyip, PASKALYA BAYRAMI kutlayan diğer köylüleriyle birlikte, bahçelerde ve Çermik denilen su kaynağında toplanarak coşku içinde kutladıklarını özellikle anlattılar...Haftalık yazımın yolculuğunu bende atalarımızın yaptığı gibi ailecek rengarenk boyadığımız yumurtalarımızın fotoğrafları ile bitirmek istiyorum sevgili dostlar...TANRI SEVGİDİR...SEVELİM...Barış AKENGİN
8 Nisan 2017 Cumartesi
Merhaba dostlar 28.Haftalık yolculuğum KUL NESİMİ ile devam ediyor...
Ne zamandır yazmak istediğim Vahdet-i Vücut yolcusu KUL NESİMİ 17.yüzyılda yaşamış olup NESİMİ mahlasını ise 14.yüzyılda yaşamış olan Hurufi şair Seyit NESİMİ ye olan sevgisinden almıştır...Elde saz, başta külah köy köy gezip dolaşan bir Bektaşi Dervişidir KUL NESİMİ...Kendisinin soyunun Yunus Emre'nin gönül yoldaşlarından Hacım Sultan'a bağlı Sait Emre'den geldiğini şu dörtlükle dile getirmiştir:
Şükür Hakk'a iyd oldu
Katarımız mezit oldu
Ceddim Sait Emre'dir
Nesli de Sait oldu
Enel Hak, Vahdet-i Vücut diyen KUL NESİMİ, Osmanlı-Safevi çekişmesinde tabiki Safevi yanlısı bir duruş sergilemiş ve bunu şiirlerinde de dile getirmiştir...KUL NESİMİ çoğu zaman 1404 yılında Halep çarşısında Enel Hak (Tanrı benim) dediği için derisi yüzülen Seyit NESİMİ ile karıştırılmıştır fakat farklı dönemlerde yaşamış iki şairlerdir...Seyit NESİMİ'ye olan sevgisini ve gönül bağını, Hallac-ı Mansur'dan sonra Vahdet-i Vücut anlayışından dolayı derisinin yüzülmesi, farklı dönemde yaşamış olmasına rağmen kendisini etkilemiş ve kendi derisininde yüzülmesini istemesiyle göstermiştir...KUL NESİMİ'nin özgün ve yalın bir dille yazdığı çok şiiri de günümüzde bestelenmiş ve Alevi-Bektaş-i nefeslerinde söylenmiştir...Bunlardan birinde şöyle der KUL NESİMİ:
Sorma be birader mezhebimizi
Biz mezhep bilmeyiz, yolumuz vardır
Çağırma meclis-i riyâya bizi
Biz şerbet içmeyiz, dolumuz vardır
Zordur dostlar Vahdet-i Vücut ve Enel Hak anlayışını topluma anlatmak 13.yüzyıldan günümüze kadar her yüzyılda bedeller ödenmiştir bu inanış yayılırken, ve bu canların katledilmeleri ise sözde din uğruna yapıldığı hep söylenmiştir...Hallac-ı Mansur, Seyit NESİMİ, Şems Tebrizi, Pir Sultan Abdal hep din uğruna katledilip Hakk'a yürümüşlerdir ama Aşktır Enel Hak, TANRI ile bir olmaktır bütün olmaktır, kendinde aramaktır TANRI'yı...Dostlar KUL NESİMİ deyince Ben Melâmet Hırkasını şiirini hatırlatmadan olmaz öyle değilmi ? yolculuğumuzu bu güzel şiiri ile tamamlayalım derim...
Ben melâmet hırkasını kendim geydim eğnime
Âr-ü nâmus şişesini taşa çaldım kime ne
Gâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi
Gâh inerim yeryüzüne seyreder âlem beni
Gâh giderim medreseye ders okurum Hak için
Gâh giderim meyhaneye dem çekerim ışk için
Sofular haram demişler ışkımın şarabına
Ben doldurur ben içerim günah benim kime ne
Sofular secde ederler mescidin mihrabına
Benim ol dost eşiğidir secdegâhım kime ne
Nesîmî'ye sordular kim yârin ile hoş musun?
Hoş olam yâ olmayayım ol yâr benim kime ne
TANRI SEVGİDİR...SEVELİM...Barış AKENGİN
1 Nisan 2017 Cumartesi
Haftalık yolculuğumun 27.si TİYATRO ile devam ediyor...Namık KEMAL derki: TİYATRO Aşka benzer, insanı hazin hazin ağlatır ama verdiği acının gücünde bir başka tat bulunur, TİYATRO evrene benzer, insanı doya doya güldürür ama yansıttığı tuhaflıklar, gülerken ağlamak için istekler doğurur...Yaşamda öyle değil mi dostlar, hazin hazin ağlatırken acısı ile başka bir tat verir, doya doya güldürürken ağlatabiliyor...TİYATRO insanı sahnede anlatma sanatıdır, evrenin en yüce varlığı olan insanı en güzel anlayabileceğimiz yerdir...TİYATRO toplumların kültür aynasıdır, gönülden gönüle bağ kurar, kalplerin perdesini açar...Farklı gönülleri, farklı yürekli dostları TİYATRO sayesinde tanımama aracı olan Kaan ERKAM hocama da teşekkür ediyorum...TİYATRO eski Yunanistan' da doğmuştur, adını ''Dionyos'' verdikleri Tanrı kahraman adına yılda bir defa tertiplenen ''Dionyos Şenlikleri'' nde insanlar içip eğlenerek keyiflenir, bazı kimseler ise ortaya çıkarak taklitler yapar, güldürmeye başlarlar...Coğrafyamızda ise ilk TİYATRO 19.yüzyılın başlarında yabancı kumpanyaların İstanbul' a gelmesiyle başlar...Naum efendi ilk TİYATRO binasını kurduğu zaman ilk yerli kumpanyayı da yapar ve Ermenice oynamaya başlanır birkaç yıl sonra da Türkçe oynanmaya başlanmıştır...Gedikpaşa' da kurulan Güllü Agop Tiyatrosu da Ermenice ve Türkçe oyunlar oynamıştır...Türklerde ata kültürlerinde ve inançlarında da TİYATRO vardır...Şaman törenlerinde maske kullanma, hayvan taklitleri yapma ve dans etme, öğelerinde bulunurmuş...Anadolu' ya da gelenekleri ile gelmişler ve İslam öncesi yaşam tarzlarını uygulamaya devam etmişler...Meddah, Karagöz, Orta oyunu Türklerin bazı oyunlarından birkaçıdır...TİYATRO deyince öyle isimler ve oyunlar geliyor ki aklımıza, Güllü Agop, Tomas Fasulyeciyan, Afife Jale, Muhsin Ertuğrul, Haldun Dormen daha sayıları nice nice çok olan sanat emekçilerinin isimlerini saymak mümkün...Sevgili dostlar Haldun Dormen demiş iken sevgili hocamızın önemli bir müzikalini 16 ve 22 Mayıs 2017 tarihlerinde Ortaköy Afife Jale sahnesinde oynayacağız...Heyecan ve keyif içinde geçen provalarımızın, verdiğimiz emeğin ürününü, şarkılar eşliğinde sahnede izlemenizi tavsiye ederim...Haftalık yolculuğumu beni çok etkileyen, her okuduğumda yüreğime dokunan ve Kaan Erkam hocamın da ''Meyhanede'' adlı oyunumuzun sonuna eklediği Tomas Fasulyeciyan' ın o meşhur tiradı ile bitiriyorum...
''Zaten aktör dediğin nedir ki ? oynarken varızdır, yok olunca da sesimiz bu boş kubbede bir hoş seda olarak kalır, bir zaman sonra da unutulur gider, olsa olsa eski program dergilerinde soluk birer hayal olur kalırız, görooorum, hepiniz gardoroba koşmaya hazırlanıorsunuz, birazdan teatro bomboş kalacak ama teatro işte o zaman yaşamaya başlar, çünkü Satenik' in bir şarkısı şu perdelerde takılı kalmıştır, benim bir tiradım şu pervaza sinmiştir, Hıranuş' la Virginia' nın bir dialogu eski kostümlerden birinin yırtığına sığınmıştır, işte bu hatıralar o sessizlikte saklandıkları yerden çıkar, bir fısıltı halinde sahneye dökülürler, artık kendimiz yoğuz seyircilerimizde kalmadı ama repliklerimiz fısıldaşıp dururlar sabaha kadar, gün ağarır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır, perdeeee''
Yine yüreğime dokundu be dostlar...TANRI SEVGİDİR...SEVELİM...Barış AKENGİN
25 Mart 2017 Cumartesi
26.Haftalık yazımın yolculuğu AŞK yolcusu AŞIK VEYSEL ile devam ediyor...Yüzyıllar boyunca söylenecek güzel eserler bıraktı gönül gözü açık olan AŞK ve ışık yolcusu...Derin tasavvufi yaşamını şiirlerine oradan da en yakın dostu olan bağlamasına aktardı, iyi ki de aktarmış, ışığını yaymış...AŞIK VEYSEL insanı, tabiatı, kâinatı, TANRI yı bir arada gördü, insanlığa Vahdet-i Vücut felsefesini yansıttı, arıda, kuşta, çiçekte aradı TANRI yı...Alevi inancının özü olan 4 elementten Toprak, en sadık yari idi VEYSEL' in...4 kapı 40 makamın 4.kapısı olan Hakikat kapısının evrensel simgesidir Toprak, en üst mertebeye ulaşmak, gerçeği yani Hakk-ı kendi suretinde görmektir, VEYSEL bunları yaşadı ve anlattı en yakın dostu bağlaması ile...Hakikat kapısının sevgisi insandır, bu kapıda yer ana, gök ise gerçeğin babasıdır...Çocuklarının ölmesi ve eşinin bırakıp gitmesi VEYSEL için başka bir acıdır, bunu bağlaması ile dile getirmiştir...Türkülerinde kendine has yorumuyla doğadan insan sevgisine, hüzünden yaşama sevincine, iyimserlikten umutsuzluğa, dinden siyasete, karşılıksız ve umutsuz aşktan, birbirlerini deli gibi sevenlere birçok eserler bırakmıştır AŞIK VEYSEL...Uzun ince bir yoldayım, Dostlar beni hatırlasın, Kara toprak, Ben gidersem sazım sen kal dünyada, bu unutulmaz eserlerinden bazılarıdır...Doğaya olan aşkını bağlamasının yanı sıra memleketinde ilk meyve ağacını yetiştirerek göstermiş ve diğer köylülerine örnek olmuştur AŞIK VEYSEL, bahçesinde elmadan kayısıya, kirazdan cevize kadar türlü türlü meyve ve çiçek varmış, köylüleri ''Atalarımız bunca yıl böyle bir iş yapmamışlar, şu kör adam onlardan daha mı iyi bilecek ki böyle bir işe kalkıştı ?'' demişler, birkaç yıl sonra ağaçlar yetişmiş, meyve vermiş, köylüler önceden söyledikleri sözleri hatırlayıp utanmışlar ve bu defa ''VEYSEL kör değilmiş, meğer kör olan bizlermişiz'' diyerek kutlamışlar, işte böylesine uzağı gören bir ulu ozandır AŞIK VEYSEL...Halk ozanı VEYSEL son anlarında ise hasta yatağında başucunda bekleyenlere bir teyp getirmelerini söyler, teyp getirildiği zaman odaya bir sessizlik çöker, büyük ozanın ağzından şu dizeler dökülür, ''Selam saygı hepinize, gelmez yola gidiyorum, gemiler bekler limanda, tayfaları hazır yolda, gözüm kalmadı cihanda, eşim dostum yavrularım, işte benim sonbaharım'' dizeleri dökülür ve AŞIK VEYSEL birkaç saat sonra Hakk-a yürür...Anadolu' nun farklı kültürlerinden biri olan VEYSEL, kapkaranlık dünyasında, aydınlık düşünceler taşıyarak başka sanatçılara da örnek olmuştur, 70 yıllık karanlık dünyasında, içi apaydınlık koca bir yürektir AŞIK VEYSEL...Bağlamasıyla, türküleriyle Işık saçtı VEYSEL, o Işık aydınlatsın tüm kalpleri, yüzlerce yıl sonrasına selam olsun, yürek ile yaşam daim olsun...Haftalık yazımı AŞIK VEYSEL' in çok sevdiğim eserlerinden biri ile bitirelim, VEYSEL der ki:
Ben gidersem sazım sen kal dünyada
Gizli sırlarımı aşikâr etme
Lal olsun dillerin söyleme yada
Garip bülbül gibi ah ü zar etme
Sen petek misali VEYSEL de arı
İnleşir beraber yapardık balı
Ben bir insanoğlu sen bir dut dalı
Ben babamı sen ustanı unutma
TANRI SEVGİDİR...SEVELİM...Barış AKENGİN
18 Mart 2017 Cumartesi
25. Haftalık yazım, 18 Mart gününe denk geldiği için Çanakkale Deniz Savaşları ile ilgili olsun istedim dostlar...Osmanlı kanadında 250.000 kişinin öldüğü bir savaş olan Çanakkale Deniz Savaşlarında sadece 50.000 kadarının ismi ve memleketi belli olabilmiş, diğerlerinin kimlikleri ise tespit edilemeden ruhları sonsuzluğa, bedenleri de doğa anaya kavuşmuştur...Emperyalist güçlerin, sömürdüğü halkları kullandığı bu savaşta, işgalci kuvvetlerin yanında getirdiği Müslüman Asyalı ve Afrikalı askerleri bu savaşa sokması ise oldukça manidardır...Ölen bu askerlerin birçoğunun cesetlerinin yanında ise Kuran bulunmuştur...Çanakkale bizlerde olduğu gibi, Anzaklar içinde de bir destan olarak görülür...Yeni Zelanda ve Avustralyalı askerlerden oluşan Anzaklar Almanlar ile savaşacaklarını zannederlerken, kendilerini hiç bilmediği Gelibolu' da, Çanakkale' de bulmuşlardı ve savaş sonrasında ulus bilinci oluşmuştu...Emperyalist güçlerin bu savaşında bir tarafta Almanya ve Avusturya-Macaristan imparatorluğu ile birlikte kaybettiği toprakları geri almak, ekonomik ve siyasal olarak güçlü olmak isteyen Osmanlı var diğer tarafta ise İngiltere, Rusya ve Fransa var...Osmanlının giderek gücünün zayıflaması, Alman emperyalizminin etkisine girmesine ve savaşta savunma durumuna düşmesini sağlamıştır...Bu savaş bir çok halklarda da tahribat vermiştir, Osmanlı tarafında savaşan Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Arnavut, Yahudi ve Ermeni askerler ile İngiliz sömürgelerinden gelen Anzak askerleri birlikte kırılmışlardır...Anadolu' da belki de halen devam eden bu yıkımın etkilerini bütün halklar birlikte yaşamışlardır...Bu askerler savaş sırasında bile yanlışlıkla birbirlerinin siperlerine girse usulca geri götürülür, birbirlerine sigara verilir, futbol maçları yapılır, bayramlar, Noeller kutlanır, düşman olmalarına rağmen yaralarını bile birlikte sarmışlardır...Bunun gibi daha bir çok hikayeler tarih boyunca anlatılmıştır...ATATÜRK' ün Anzak annelerine yazdığı mektup ise tarihi bir değer taşımıştır...Ben her iki emperyalist güçlerin sömürgesinde savaştırılan ve ölen masum halkları saygıyla anıyorum...17 senedir her yıl gittiğim ve yaklaşık 1 hafta kaldığım o güzel coğrafyada hep bir duygusal an hissetmişimdir tüm halklar adına...Sevgili dostlar Çanakkale' de geçen ve orayı konu alan Buket UZUNER' in ''GELİBOLU'' romanını okumanızı tavsiye ediyorum...Yine bölgeyle ve savaşla bağlantılı olan, 2014 te çekilen ve yönetmenliğini Russell CROWE' un yaptığı ve oynadığı, Cem YILMAZ ile Yılmaz ERDOĞAN' ında eşlik ettiği ''SON UMUT'' filmini izlemediyseniz, izleyin isterim dostlar, yaşların sadece gözlerden değil yüreklerden de aktığı bir film...Yeni konularda buluşmak dileğiyle...TANRI SEVGİDİR...SEVELİM...Barış AKENGİN
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)